Beni baştan beri takip edenler biliyorlar,yeni dostlar da şimdi öğrenecek,yıllardır hayalimdir kitap yazmak.Emeklilik hayali falan değil ha,basbayağı çocuk hayalimdir.Çok istesem yazardım,demek ki o kadar istememişim de sadece tatlı bir hayal olarak heybemde saklamışım.Bir sürü başlanmış şekillenmiş roman,otobiyografi falan var kafamda ama son bir yıldır uykuya yattılar.Biliyorum neden,çünkü yıllarca el işi merakımı o kadar bastırdım ki,emekli olup vakit bulunca ,bendini yıkmış sel misali coştu bu merakım.Haliyle kitaplarım ve yazma özlemi biraz rafa kalktı.Okuyorum aslında hala ama ben buna okuma diyemiyorum kendim için,en geç iki günde bir kitap bitirdiğimde okuyorum diyebilirim ben.Yok vallahi abartmıyorum,benim okuma şeklim görmemişin oğlu olmuş şeklinde gerçekleşiyor.Alkolizm ya da madde bağımlılığı gibi bende kitap okuma dürtüsü.Şimdilerde bir hafta hatta on gün sürebiliyor bir kitabı bitirmem.Okuyamama dönemine girdim işte.Neyse,ben şimdi böyle ara ara yazıyorum ya,geçen Funda (Funda'nın Penceresinden ),"kitap yazsana sen,ben alır okurum valla bayıla bayıla,hele de anılarını yazsana" diye yorum yazınca,dedim ki neden olmasın,anılarımı paylaşabilirim en azından.
Benim ilk görev yerim Düzce Devlet Hastanesi Acil Servisi'ydi.Sonradan depremde çöktü orası.Bizler okulda eğitim alırken,sanki tüm hastanelerimiz mükemmelmiş gibi bir hissiyata kapılırız,gittiğimiz yerler öyle olacak sanırız.Ona göre ,optimal şartlara göre hazırlanırız,işte tıbbi aletler,sterilizasyon,ilaçlar falan elimizin altında olacak sanırız.Ancak evdeki hesap çarşıya asla uymaz gerçek hayatta.Neyse efendim,kurrada Düzce çıkınca bana, Bursa'ya yakın diye pek sevindik ailecek.Gittim gördüm hastaneyi,fakültenin koridorlarında düz koşular yapmış bendeniz,eneeemmm la hastane bu mu,düşüncelerine boğulmuş halde başım öne eğik, tuttuğum eve attım kendimi.Oysa ki ilk izlenim bir şey değildi daha...Yaşayacaklarım alaca karanlık kuşağı tadında olacaktı.Düzce'yi bilmeyenler için yazıyorum,çok karışık bir demogojik yapısı vardır.Her milletten insan yaşar orada,bu milletlerin adetleri,doğruları,kuralları çoğu zaman birbirine karşı gelir.Küçük Texas diye anılır Düzce.
Neyse ,ilk nöbetim geldi çattı,gittim hastaneye,nöbetimi devraldım.Bir doktor,bir hemşire ve bir de pansumancı olarak nöbet tutuyoruz koca hastanede.Acil benim sorumluluğumda olduğu gibi yoğun bakım da benden soruluyor.İşin kötüsü,acille yoğun bakım farklı binalarda ve bazen ikisinde birden bulunmam gerekiyor.Ben henüz ilk nöbetini tutan bir doktorum,hemşirem de yeni mezun 18 yaşında bir çocuk.Ben de 23 yaşındayım.En yaşlı ve tecrübelimiz pansumancımız.Yirmi dört saat hizmet verecek kadro bu.Hafta içi olsa iyi de hafta sonu üçümüzden başkası yok acilde.Allah'tan ben çok acar bir öğrenciydim,her deliğe girer çıkar,herkesten bir şey kapmaya çalışır,gönüllü acil nöbetleri tutardım ki bir şeyler öğrenebileyim.Tıp fakülteleri ilginçtir,öyle öğrenciler vardır ki,iğne yapmayı öğrenmeden doktor çıkabilirler,o tipler hep yumuşak huylu hocalara denk gelirler mesela,uygulamalı ders sınavlarında bir şekilde araya kaynarlar..Bizde kimse elinizden tutup size dikiş atmayı,iğne yapmayı,tansiyon ölçmeyi öğretmez.Teoriyi anlatırlar,pratiği kendi çabanızla öğrenirsiniz.İşte ben de ,mezun olmadan öğrenebileceğim en çok uygulamayı öğrenmeye çalışmıştım okul yıllarımda.Ama bazı şeyleri öğrenme imkanınız da olmaz okuldayken.Çünkü teknoloji sürekli değişir.Angiocath denilen,sizlerin damarda kalıcı serum iğnesi diye bildiğiniz o mavi ya da pembe başlıklı damar iğneleri ben mezun olurken çıkmıştı örneğin.Biz o zamanlar sarı uçlu iğnelerle damar yolu açardık.Angiocathler yeni gelmişti Türkiye'ye ve çok pahalıydı,biz öğrencilerin takma şansı olmuyordu.İşte bu aleti ilk kez acil doktoruyken taktım ben,neyse ki nasıl yapacağımız anlatılmıştı.
Gelelim ilk nöbete,acil muayene odasına bitişik nöbet odasında hemşiremle karşılıklı oturup ileri geri sallanarak gelecek hastaları beklemeye başladık.Aciller ilginçtir,hastalar topluca gelirler,bir aralık olur tekrar akın başlar.Az sonra hastalar birer ikişer gelmeye başladılar.Hasta dediysem öyle bildiğiniz başı dişi ağrıyan hastalar değil bunlar;kalp krizi,beyin kanaması,kurşunlanma,intihar,ağır trafik kazası....Düzce E-5 karayolu üzerinde bulunduğundan dolayı çok kaza gelirdi,hem de ne kazalar.Genç kızlar ve kadınlar arasında da intihar modası vardı ama öylesine uyduruktan intiharlar değil.Karışık bir millet oldukları için de ha bire birbirlerini vurur ya da bıçaklarlardı.Haliyle acile hep ağır vakalar gelir,arada eften püften vaka geldiğinde boncuk bulmuş gibi olurduk.Eğer ortalık karışıksa,eften püften hastalar da ayak altından çekilir sessizce kaybolurlardı.Yalnız arada bir elinde bir enjektör tutan birisi,biz telaş içinde odalar arası koştururken ,enjektörü burnumuza burnumuza sokup,benim iğnem,benim iğnem yapar ancak kimse kendisini iplemezdi.Çünkü o sırada en az beş ağır durumda hastaya ne yapılacağına karar vermeye çalışan tek doktor varken tüm hastalar ölümle cebelleşirken, enjektörlü hasta saksıdaki çiçek misali kendi kendini idare edebilecek durumda görülürdü.Bak yine dağıttım konuyu,efendim hastalar akın etmeye başladılar.İlk hasta sedyeyle içeriye alındığında,kalbim yer değiştirip boğazımda atmaya başlamıştı bile.Oysa ki bayağı bir acil tecrübem de vardı ama bu kez karar verici makam bendim,asistanlarım,uzmanlarım çook uzaklardaydı.Neyse hastayı muayene edip orderını ( tedavi düzenini ) verdim hemşireme,beyin kanamasıydı hiç unutmam,sıradaki hastayı bir telaş soktular içeri kalp krizi,Allahım ne oluyoruz diyemeden peşinden çoklu trafik kazası,bu böyle sabaha kadar sürdü.Hasta yoğunluğundan ne ben ,ne hemşirem,tecrübesizliğimizi aklımıza bile getiremedik.Bu arada dikiş gereken hastalar için pansuman odasına geçtiğimde bir de ne göreyim,pansumancımız çıplak elle girişmiş hastayı dikiyor.Ne yapıyorsunuz bana eldiven verin de dikeyim hastayı diyecek oldum,'doktor hanım eldiveni kim kaybetmiş de biz bulalım,hem siz dikiş atarsanız gelen hastalara kim bakacak,siz bana reçeteyi verin,hastayı ben dikerim ' deyiverdi.Baktım haklı,muayene odasının önü dolmuş bile,sabaha kadar ben muayene ettim,hemşirem ilaçları yaptı,pansumancım hastaları dikti,alçıladı.Meğer her şey okulda kalmış,eldiven yok çıplak elle dikiş atılıyor,doktor eksik müdahaleleri pansumancı yapıyor,18. yüzyıl Avrupası'nda hekimlik yapıyorum sanki.Sonradan alıştım tüm şartlara,gün aşırı tek doktor olarak nöbet tutmaya.Ben hastayı canlandırmaya çalışırken,diğer odada pansumancım tarafından bir araya getirilmiş hastayı sonradan muayene etmeye...Daha sonraları doktor sayısı artınca iki kişi nöbetlere geçtik de tıp etiğine uygun hale geldik biraz.Ama yaptıklarımız yanlış da değildi,zaman ve mekana,imkanlara göre yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmıştık o zaman için.Hatta tarafıma ,bir hastanın yazdığı teşekkür mektubunu hala saklarım.O da başka bir sefere anlatılacaklar arasında.Bugünlük bu kadar,kalın sağlıcakla.